25 Şubat 2015 Çarşamba

Şehir Tiyatroları'nın 100. Yılı: Muhsin Ertuğrul Sempozyumu ve İyi ki Doğdunuz Ertuğrul Muhsin


 Esirgemeyin alkışınızı;
 Bugün 100. yılımızı büyük bir onurla yaşıyor, tarihimize ve anılarımıza sahip çıkıyorsak, ülkemizde Atatürk'ün, tiyatroda  Muhsin Ertuğrul'un ilkeleri doğrultusunda ilerliyor ve sanatımızı icra ediyorsak... Esirgemeyin alkışınızı bizden.Esirgemeyin ki sanatımızla coşalım,gençlere iyi örnek olarak onları yanlıştan koruyalım.Yaşatın bizi... Yaşatın ki sanatı önemseyen toplumların demokrasiye sahip çıktığına, yüz yıl daha tanık olun...

                                                              ERHAN YAZICIOĞLU



  Türkiye'de tiyatro hâlâ bir şey ifade etmez bizlere. Biz gitmeyiz çünkü tiyatrolara; çocukçadır, vakit kaybıdır birçoklarımıza göre. Ne oyuncularından, yönetmenlerinden  ne oyunlarından, sahnelerinden haberdarızdır. Bundandır ki kocaman yürekli nice oyuncumuz deniz tanrısı Poseidon gibi devleştikleri kadirşinas sahnelerinde nankörlüğün en acısını tattıktan sonra kuğu şarkılarıyla habersizce yok olmuşlardır. Sadece sanat sevgisiyle yaşayıp karşılığında en ufak bir şey ummayan bu güzel insanları hatırlamayız bile. Oysa tavan arasında unutulmuş tozlu fotoğrafların inadıyla yoluna devam eden tiyatromuzu ve tiyatrocularımızı omuzlarda yükseltmek bizim sorumluluğumuzda!

  Bu yıl Şehir Tiyatroları'nın 100. yılı. Sezonun başından beri devam eden 100. yıl etkinlikleri ara vermeden sürüyor. Önümüzde iki güzel etkinlik var : Muhsin Ertuğrul Sempozyumu(*) ve İyi ki Doğdunuz Ertuğrul Muhsin Gecesi(**). Yukarıda okuduğunuz da şehir tiyatrolarından aldığım etkinlik davetinin bir kopyası. Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu'nun verdiği mesaj hayli manidar. Siz de bu çağrıya kulak verin ve yaşatın tiyatroyu!


*26 Şubat 2015 Perşembe, I. Oturum:11.00-14.30, II. Oturum:15.00-18.30 Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi (Serbest Giriş)
**1 Mart 2015 Pazar, Saat:20:00, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi (Rezervasyon gerekebilir)

19 Şubat 2015 Perşembe

Turgut Uyar, Mandalina Kokusu ve Sarı Sokak Lambaları


    Turgut Uyar bir şiirinde küçük saadetlerden bahseder ve sürdürür "Dünyadan o kadar az ki, istediğimiz/Senin, benim, hepimizin, çocuklarımızın/İki olmamalı bir dediğimiz" Küçük saadetler... Dünyanın en kolay ve buna rağmen ulaşılması en zor hayalidir bu belki de. Çünkü küçük saadet yolcusu olabilmek ancak maddiyattan,hırstan, yarıştan vazgeçip yüzünü -aslında yanı başında duran- küçük mutluluklara çevirmekle mümkündür. Her ne kadar bugünün koşulları bizi süsleyip püslediği, allı pullu bayağılığına çekse de küçük saadet yolcuları hepimizin hâlâ içinde, gözlerimizi onlara çevirmemizi bekliyorlar belki de.

  Benim küçük saadet yolculuğumun ilk durağı şu an okuyor olduğunuz blogdan başka bir şey değil. İleriki zamanlarda çeşitli yazılarımı ve tanıdığınız birtakım insanların röportajlarını okuyabileceğiniz bu blog, benim gereksizce ertelenmiş bir küçük hayalim aslında. Daha enteresan olanı ise bir iki senedir zamanın rüzgarında bir yaprak misali salınan bu hayalin yukarıda gördüğünüz bir çift yaşlı göze bir demir sertliğinde temas etmesi. 

  Gördüğünüz bu fotoğrafa Belçika'nın Brugge şehrinin meşhur hastane müzesinde gezinirken rastgele girdiğim bir sergide(*) rastladım. Serginin girişindeki tanıtım cümlesinde şöyle yazıyordu:"Burada fotoğraflarını gördüğünüz insanların hiçbirisi birkaç günden fazla yaşamadı!" Ölüme bu kadar yakın insanları biz "kalanlar" en erdemlilerimiz olarak görürüz. Hayatın -varsa- anlamına dair perde onlar için artık aralanmıştır çünkü. Sergiye konu olan bu insanların fotoğraflarının altında, sanatçı tarafından sorulan sorulara verdikleri cevaplar  da bulunuyordu:"Pişman olduğunuz bir şey var mı hayatınızda?" , "En büyük mutluluklarınız nelerdi?", " Şu an geriye baktığınızda ne yapmak isterdiniz?" diye uzayıp gidiyordu sorular. Cevaplar ise tastamam bir mandalina kokusu basitliğindeydi. Hiçbirisinin ağzından dolarlar, evler barklar dökülmemiş; kimisi ilk aşkına açılamamaktan dolayı pişmanlığını, kimisi babasına ömrü boyunca çok iyi davrandığı için duyduğu kıvancı anlatmış; sonuç olarak pişmanlıkları da övünçleri de ömürleri boyunca peşinden koştukları şişirme mükemmelikten değil, burunlarının dibinde duran en sade güzelliklerden yadigâr kalmıştı. 

 Sergiden çıktığımda kendime, hayallerimin ardından giderken bir saniye dahi olsun tereddüt etmeyeceğime dair söz vermiştim çoktan.Bu blog, işte bu sözün ilk izdüşümüdür.Sarı sokak lambaları, birçoklarının hayatının her döneminde ihtiyaç duyduğu, çoğu zaman kullandığı fakat önemsemediği ışıklardır. Sokakları var eden onlardır. 

  Ben yazarken çok keyif alacağım, siz de okurken aynı keyfi alırsınız umarım.

*Andrew George, Right Before I Die Exhibition