19 Şubat 2015 Perşembe

Turgut Uyar, Mandalina Kokusu ve Sarı Sokak Lambaları


    Turgut Uyar bir şiirinde küçük saadetlerden bahseder ve sürdürür "Dünyadan o kadar az ki, istediğimiz/Senin, benim, hepimizin, çocuklarımızın/İki olmamalı bir dediğimiz" Küçük saadetler... Dünyanın en kolay ve buna rağmen ulaşılması en zor hayalidir bu belki de. Çünkü küçük saadet yolcusu olabilmek ancak maddiyattan,hırstan, yarıştan vazgeçip yüzünü -aslında yanı başında duran- küçük mutluluklara çevirmekle mümkündür. Her ne kadar bugünün koşulları bizi süsleyip püslediği, allı pullu bayağılığına çekse de küçük saadet yolcuları hepimizin hâlâ içinde, gözlerimizi onlara çevirmemizi bekliyorlar belki de.

  Benim küçük saadet yolculuğumun ilk durağı şu an okuyor olduğunuz blogdan başka bir şey değil. İleriki zamanlarda çeşitli yazılarımı ve tanıdığınız birtakım insanların röportajlarını okuyabileceğiniz bu blog, benim gereksizce ertelenmiş bir küçük hayalim aslında. Daha enteresan olanı ise bir iki senedir zamanın rüzgarında bir yaprak misali salınan bu hayalin yukarıda gördüğünüz bir çift yaşlı göze bir demir sertliğinde temas etmesi. 

  Gördüğünüz bu fotoğrafa Belçika'nın Brugge şehrinin meşhur hastane müzesinde gezinirken rastgele girdiğim bir sergide(*) rastladım. Serginin girişindeki tanıtım cümlesinde şöyle yazıyordu:"Burada fotoğraflarını gördüğünüz insanların hiçbirisi birkaç günden fazla yaşamadı!" Ölüme bu kadar yakın insanları biz "kalanlar" en erdemlilerimiz olarak görürüz. Hayatın -varsa- anlamına dair perde onlar için artık aralanmıştır çünkü. Sergiye konu olan bu insanların fotoğraflarının altında, sanatçı tarafından sorulan sorulara verdikleri cevaplar  da bulunuyordu:"Pişman olduğunuz bir şey var mı hayatınızda?" , "En büyük mutluluklarınız nelerdi?", " Şu an geriye baktığınızda ne yapmak isterdiniz?" diye uzayıp gidiyordu sorular. Cevaplar ise tastamam bir mandalina kokusu basitliğindeydi. Hiçbirisinin ağzından dolarlar, evler barklar dökülmemiş; kimisi ilk aşkına açılamamaktan dolayı pişmanlığını, kimisi babasına ömrü boyunca çok iyi davrandığı için duyduğu kıvancı anlatmış; sonuç olarak pişmanlıkları da övünçleri de ömürleri boyunca peşinden koştukları şişirme mükemmelikten değil, burunlarının dibinde duran en sade güzelliklerden yadigâr kalmıştı. 

 Sergiden çıktığımda kendime, hayallerimin ardından giderken bir saniye dahi olsun tereddüt etmeyeceğime dair söz vermiştim çoktan.Bu blog, işte bu sözün ilk izdüşümüdür.Sarı sokak lambaları, birçoklarının hayatının her döneminde ihtiyaç duyduğu, çoğu zaman kullandığı fakat önemsemediği ışıklardır. Sokakları var eden onlardır. 

  Ben yazarken çok keyif alacağım, siz de okurken aynı keyfi alırsınız umarım.

*Andrew George, Right Before I Die Exhibition


  
  

  

   



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder