9 Haziran 2015 Salı

Dünyaca Ünlü Jeoloğumuz Prof. Dr. Celal ŞENGÖR ile Deprem Üzerine

  Sarı Sokak Lambaları'nın amacı, bu blogu kurmak fikri aklımda ilk canlandığı günden beri hep, değer görmeye layık insanların bilinmesi; fikirlerinin, görüşlerinin anlaşılıp hak ettikleri kıymete ulaşmasıydı. Bu amaca uygun olarak geçtiğimiz aylar içerisinde, Şehir Tiyatrolarının da 100. yılı olması sebebiyle, genel olarak tiyatro ve tiyatrocular üzerinde durduk. Bu yazıya başlarken ilk olarak röportajlara gösterdiğiniz büyük ilgiye teşekkür etmek istiyorum. İstisnasız hepsi, siz değerli okuyucular tarafından büyük takdir gördüler ve inanıyoruz ki ciddi bir farkındalık yarattılar. Önümüzdeki günlerde Haldun Dormen, Semih Sergen ve Cüneyt Arkın röportajlarının siz okuyucularımıza sunulacağının da müjdesini verelim. 

  Bugünkü röportajımız bilimsel bir röportaj, sorularımızın muhatabı ise Türkiye'nin ve dünyanın en önde gelen jeologlarından Prof. Dr. Celal Şengör. İTÜ Maden Mühendisliği'nde kürsüsü bulunan Şengör, Avrupa Bilimler Akademisi ve Amerikan Bilimler Akademisi'nin ilk, Rus Bilimler Akademisi'nin de Fuat Köprülü'den sonra ikinci Türk üyesi. İki adet şeref doktorası, uluslararası alanda otuz bir adet şeref payesi ve ödül, College de France'da profesörlük gibi pek çok ünvanın ve ödülün de sahibi.Hocamıza ulaştığımızda ve düşüncemizi bildirdiğimizde bizi hiç kırmayıp evine davet etti ve otuz bin kitaplık meşhur kütüphanesinde beraberce "Deprem" ve "Evrim" temalı iki ayrı sohbet gerçekleştirdik. Birazdan okuyacak olduğunuz "Deprem" temalı, ilk röportajımızdır.
  



-Hocam "Deprem doğanın kendisini en görkemli şekilde gösterme şeklidir; buna kızılmaz, ancak izlenir." demişsiniz.

-Evet, değil mi? Yani düşün ki bir depremin açığa çıkardığı enerji yüzlerce, binlerce atom bombasının enerjisine eşit. Muazzam bir şey! Bütün yer kabuğu hareket ediyor hem de gözünün önünde. Birkaç saniye içerisinde beş metre gidiyor, Sumatra'da on beş metre yükseldi. Muhteşem bir olay yani.Buna bağlı, denizin içerisinde olduğu zaman bazen tsunami oluyor, hatırlıyorsunuz 2004 tsunamisini, darmadağın etti Hint Okyanusu'nun etrafını. Yani muhteşem bir şey. Ben hayranlıkla izliyorum her deprem olduğunda. Bilhassa, bizim İzmit Depremi olduğu zaman biz araziye gittik tabii depremden sonra, yani ders kitaplıktı, o kadar güzel. 

-Kolay oluyor mu hocam böyle bakmak? Yani deprem kendi içerisinde böyle bir gücü barındırıyor olabilir ama insanlar ölüyor sonuçta.

-Yani insanların ölmesi doğa olaylarında sık karşılaşılan bir şey. Heyelanlarda oluyor, volkan patlamalarında oluyor, salgın hastalıklarda oluyor değil mi , bunlar doğal olaylar. Ama her gün önünüzde yüz binlerce hayvan ölüyor, her gün kaç tane böceğin üzerine basıyorsun sen farkında olmadan. Eve gidince kötü hissediyor musun kendini? Aynı şey. 

-Bu insanın kendisini üstün görmesiyle ilgili galiba.

-Yani biz kendimizi bir şey zannediyoruz. İşte "İnsan hayatı çok önemlidir." filan. Niye yahu kardeşim? Yani insan hayatı hakikaten çok önemlidir; ancak o hayata sahip insan bir şey katıyorsa insanlığa, tabiatı anlamamıza yardımcı oluyorsa. Yani bir Einstein'ın ölümü büyük bir felakettir, efendim, bir Darwin'in ölümü büyük bir felakettir. Çünkü o muhteşem kafa ortadan kayboluyor, o zaman kahroluyor insan. Ama yani gündelik hayatı yiyip içip seks yapmaktan ibaret olanlar; sokaktaki köpeğe ne oluyorsa ona da o oluyor. "Ya vah vah" diyorsun, çoluğu çocuğu biraz üzülüyor, ondan sonra onlar da unutuyor. Ya beni en çok insan ölümlerinde üzen her zaman geride kalan küçük çocuklar. O büyük facia, o çok büyük bir facia , çocuğun hayatı derinden etkileniyor, bazen pozitif etkileniyor, kendi başına bir şeyler yapmayı öğreniyor; bazen de çok negatif etkileniyor, bakıyorsun ömür boyu o yarayı taşıyor çocuk. Bu çok korkunç bir şey; ama öteki türlü insan ölümünün benim için hiçbir özel tarafı yok.

-Siz daha çok depremin güzelliğiyle ilgileniyorsunuz o zaman.

-Aa, o muhteşem bir olay. Hatta Neşe Düzel benimle bir kere bir röportaj yaptıydı, İzmit Depremi için "Çok yakışıklı bir deprem." dedim. Neşe bunu yayımladı, Taraf'ta yayımladı yanılmıyorsam, Neşe'ye e-mailler geliyor "Senin ellerin kırılsın." diye. Neşe beni arıyor "Yahu bana niye küfrediyorlar, sen söyledin." diyor bana (gülüyor). Yani hakikaten çok güzel bir depremdi.Anlatmam mümkün değil, dedim ya size, ders kitaplıktı. Yani araziye gittiğiniz zaman o meydana gelen yapılara bakıyorsunuz, işte bizim öğrencilere öğretmeye çalıştığımız, hepsi vardı yahu, muhteşemdi.

-Peki hocam, benim ve eminim pek çok kişinin de merak ettiği bir husus var: İstanbul'da ne zaman bir deprem bekliyoruz?

-Bunu bilemeyiz. Şöyle söyleyeyim size. Bir yay düşün, ağır bir tuğlaya bağlı olsun; çek çek çek, birdenbire tuğla bir müddet gider ondan sonra tekrar durur, sen çekmeye devam edersen tekrar gider tuğla. Bu tuğlanın ne zaman gideceğini bilmiyoruz. Şimdi, kabaca, ama çok kabaca, 250 yılda bir İstanbul'da deprem oluyor. Bu, Kuzey Anadolu Fayı'nın Marma Denizi altındaki branşının kırılmasıyla ilgili. Şimdi bunun tam ne zaman olacağını bilmememizin sebebi, bunun bir kırık olayı olması. Mesela sen arabanda gidiyorsun, bir taş geliyor ve ön camı çatlatıyor; o cam ne şekilde çatlar bilmiyorsun, değil mi, herkesin camı başka çatlıyor. Hepsinde benzer bir görünüm var; işte radyal, yan taraflara dağılıyor çatlaklar ama herkesin çatlağı değişik. Dolayısıyla kayaların içerisinde de böyle. Çatlak oluşumu son derece karmaşık, kaotik bir olay. Kaotik olay biliyorsunuz deterministtir; fakat çok karmaşık olduğu için önceden kestiremiyoruz. Siz mesela Lorenz'in Su Değirmeni'ni biliyor musunuz, hiç duydunuz mu? Lorenz'in su değirmeni şöyle: Bir değirmen düşünün, bunun etrafında kaplar var, bu kaplara su dolduruyorsunuz fakat kapların altı delik. Şimdi bir müddet dolduruyorsunuz, bir taraftan su kaybediyor, belli bir yöne doğru dönmeye başlıyor; giderek hızlanıyor, ondan sonra öyle bir hıza ulaşıyor ki kap yeteri kadar hızlı boşalamıyor, birdenbire tersine dönmeye başlıyor. Ne zaman tersine dönmeye başlayacak bunu kestiremiyorsunuz. Bu Edward Lorenz'in verdiği örneklerden birisidir. Lorenz bunu, millete hava olaylarını anlatabilmek için vermiştir. Meteorolojik olaylar da tamamen kaotiktir.

-Ben bu soruyu şunun için de sordum hocam aslında; sizin İstanbul'da 2000 yılından itibaren 50 sene içerisinde %70 itibariyle bir deprem olacağına dair bir ifadeniz var.

- %67. Yani %67 ihtimalle 7'den büyük bir deprem olacak 2000'den itibaren 50 sene içerisinde. Ama %67 olacak demek, değil mi, %33 ihtimalle de olmayacak demek, yani onu da unutmamak gerek.

-Fakat yine de çok büyük bir oran.

-Evet çok büyük bir oran. Tarihte de hep olmuş, eninde sonunda olacak yani, o kaçınılmaz. Dolayısıyla şehri buna hazırlamanız lazım.

-Peki biz hazır mıyız sizce? Marmara Depremi'nden sonra bir şeyler değişti mi?

-Sanmıyorum. Neden sanmadığımı söyleyeyim, bir örnek vereyim; bundan bir kaç sene evvel, Mehmet Ali Birand henüz hayattayken, beni bir televizyon programına çağırdı. Televizyon programına, TBMM Deprem Komisyonu başkanı bağlandı. Bu, AKP'li bir zat. Biz de gazeteler de okuduyduk, bu zat demiş ki: "Ben Japonların raporunu gördüm, dudağım uçukladı,ne kadar büyük bir tehlike!" E, yani, bu 2000 senesinde biliniyordu, arkadaşın 2007'lere, 2008'lere kadar beklemesine lüzum yoktu dudağının uçuklaması için. Sonra, Japonların yazdığı raporlar bizim araştırmalarımıza dayanıyor, Japonlar gelip özel araştırma yapmadılar ki; adamlar buradaki araştırmaları topladılar , baktılar ciddi bir tehlike var. Depremden sonra Marmara Denizi dünyanın en iyi bilinen denizlerinden bir tanesi hâline geldi. Bu araştırmalarda bütün parayı, yanılmıyorsam bir 48 bin lira hariç, bütün parayı Avrupa verdi. Türkiye'nin katkısı sıfır yahu, hiç yok. Yani bilimsel katkı olarak da iki tane üniversite bu işi yapıyor: Mühendislik kısmını Boğaziçi yapıyor, jeoloji kısmını İTÜ yapıyor, bu kadar. Böyle bir şey düşünebiliyor musunuz yahu? Dolayısıyla o adamcağızın söylediklerinden yola çıkarak ben kendisinin yüzüne de söyledim dedim ki: "Kardeşim, böyle bir cehaletle ülke yönelitmez." "Siz bana cahil diyemezsiniz." dedi. E, ne diyeyim, "Hadi bilgisiz diyeyim." dedim.

-Son zamanlarda olası bir İstanbul depremiyle ilgili en çok endişe duyulan konuların başında Marmaray geliyor. Siz bildiğim kadarıyla zemin etüdünde yer aldınız. Marmaray dayanıklı mı depreme?

-Evet. Beni bu işi karıştıran da sizin okulunuzda, Kandilli'de çalışan, Mustafa Erdik'tir. Mustafa bana "Bir fizibilite raporu yazar mısın?" dedi, "Tabii, yazarım." dedim. Tabii Mustafa'nın mühendis olarak ilgilendiği şu: Marmara üzerinde faal fay var mı? Ben de yaptım etüdü verdim, "Yok böyle bir şey." dedim. Altı da çamur zaten, mühendislik olarak burada yapılabilir,  emniyet açısından belki daha başka yerlerde yapılacaklardan daha maliyetli olabilir ama, yapılabilir raporu verdim. O da tamam dedi. Ondan sonra Japonlarla filan ortak bir sürü çalışmalar yapıldı. Yani o konuda ben Mustafa'ya güvenirim; eğer Mustafa "Buna bir şey olmaz." diyorsa olmaz.

-Bir de Adalar konusu var tabii. Olası bir depremde Adalar'ın çok büyük bir hasara uğrayacağı söyleniyor.

-Evet, çünkü adaylar hemen fay hattının omzunda duruyorlar. Burada olacak bir depreme en yakın yerleşim yerleri adalarda; dolayısıyla burada çok sallanacaklar, çok büyük ivmeler olacak ve dolayısıyla bu, adaya büyük zararlar verir. E o zaman orada ev yaparken dikkatli yapmanız lazım; oradaki evi güçlendirirken ona göre güçlendirmeniz lazım. Yani Adalar'da yaşayarak burnu bile kanamadan depremi atlatmak mümkün; ama ona göre tedbir almak lazım, ne kadar ivme olacak, ne olacak bilmek lazım.

  Bakın, bu kadar röportaj filan yaptılar benimle televizyonlarda, gazetelerde filan, bir kişi, sadece bir kişi bana ivmeleri sordu: Süleyman Demirel. Niye? Çünkü Süleyman Demirel mühendis ve iyi bir mühendis. Yani hiç unutmuyorum beni çağırdı, gittim, konuşuyoruz işte ben anlattım jeolojisini filan tam deprem çözümlerini koyacağım "Onları bırak." dedi, "İvmeleri yaz." Biz de iyi ki bir hafta evvelden filan yapmıştık, "Hatırladıklarımı yazayım sayın cumhurbaşkanım" dedim. Baktı, "Bu iş fena." dedi. "Evet, sayın cumhurbaşkanım. Bir felaket!" dedim.

-Denizde doldurulan alanlar ne olacak peki depremde?

-Vallahi hayatım, denizde doldurulan alanların istikbali hoş değil. Çünkü altı dolgu olan her yerde frekans büyüyor. E, frekans büyüdükçe altına vurma ihtimali daha çok artıyor. Dolayısıyla buralar büyük zarar görecek, kesin. Tabii dolgu olsun, yapay dolgu olsun, çok büyük zarar görecek.

-Hocam, olası bir depremin yol açacağı can ve mal kaybının hesabı da yapıldı bildiğim kadarıyla. Ne kadar bir hasarla karşılaşacağız?

-Evet yapıldıydı, 50 milyar dolar telaffuz edildiydi Aykut Barka tarafından. Ben o zaman dediydim, bunu ikiyle çarpın, çok daha fazla olacağından eminim ben. Çünkü deprem olacak, deprem olduktan sonra yangınlar olacak, yangınlardan sonra yağma olacak, millet birbirini öldürecek, kimse yiyecek bulamayacak. Şehirden kaçmayı düşünebiliyor musunuz siz? Normal bir zamanda karşıya geçmem benim iki saat sürüyor. Bir de depremi düşünün. Trafiğin ne hâle gelebileceğini düşünebiliyor musunuz?

-Biz de bunu konuşuyorduk, Marmara Depremi sırasında deprem bölgelerine İstanbul'dan çok fazla yardım geldi filan ama olası bir depremde çevre illerin İstanbul'a yardım etmesi imkansıza yakın herhalde.

- Tabii yahu nasıl ulaşacaksın? Ulaşacağın tek yer var: Deniz. Denizden ulaşmanın yolu da müteharrik yani hareketli iskeleler yapmak. Yok böyle bir şey, böyle bir teşebbüs görmüyorum ben. Yani deprem olduğu takdirde bir yerden müteharrik iskelelerin gelip derhal belirli yerlere bağlanıp oradan şehri beslemeye başlamaları lazım. Öyle bir durumda da iskelede olman lazım malı alabilmek için. Nişantaşı'nda oturuyorsan nasıl alacaksın? Nasıl ulaşılacak oraya? Korkunç bir şey yahu! Yani İstanbul'un içinden bir sürü doğal gaz borusu geçiyor, e bu doğal gaz boruları alev fıskiyelerine dönecekler. İstediğin kadar gazı kapat sen, içinde hâlâ gaz var onun. Northridge Depremi'ni hatırlıyor musunuz siz? 90'lı yıllarda oldu California'da, alev fıskiyeleri hâlinde çıkıyordu doğal gaz boruları patladığı zaman, öyle olacak İstanbul. Düşün, yassı olmuş bir binanın içerisinde kurtulmuşsun, altından alev geliyor, tost makinesinde gibisin. Korkunç bir şey yahu! Ben bir kere dediydim, Türkiye'nin bağımsızlığı dahi tehlikeye girecek; çünkü altından bizim tek başına kalkmamız mümkün değil. Adamlar diyecek ki "Evet, yardım ederiz ama karşılığında biz de şunlara şunlara müdahale ederiz." Mesela düşün, "İstanbul kültür varlıklarından tahrip olanlar var, bunların restore edilmesi lazım." diyeceksin, adam "Sana parayı vermem çünkü bir kere verdik yok ettin." diyecek, değil mi, İzmit'te verilen paralar nereye gitti belli değil. Diyecekler ki "Biz kendimiz gelir yaparız." Ee, adam bir kere buraya girdi mi çıkmaz.

-Son olarak sormak istediğim soru: Bu düzeltilebilir mi sizce? 

-Tabii. Her an düzeltilebilir. Aklı başında bir yönetim anında düzeltir.

-Nasıl? Sadece binaları düzelterek mi?

-Hayır hayır, bir plân yaparak. Şimdi şöyle düşünün, deprem bu akşam olabilir, o zaman yapacak hiçbir şey yok;  deprem elli sene sonra olabilir, o zaman yapacak çok şey var. O zaman dersin ki benim önceliklerim şunlar, yani benim önceliğim nedir: Deprem çok yakın zamanda olursa halkı nasıl besleyeceğim, evi barkı yıkılan insanları nasıl yerleştireceğim, nerelere yerleştireceğim, bunların istikbali ne olacak, hastaneleri ne yapacağım, müteharrik hastaneler nerelere gelecekler gibi. Bunlar yapılırsa her an düzeltilebilir durum.


Evet sevgili okuyucular, Prof. Dr. Celal Şengör ile ilk röportajımızı böylece noktaladık. Bir diğer röportajımız "Evrim" konulu olacaktır. Sıradaki röportajımızda görüşmek dileğiyle. Bu arada aşağıda belki merak edeceğinizi düşündüğüm Lorenz Değirmeni'ni paylaşıyorum. Özellikle 6.11'den sonra izleyebilirsiniz.



Röportaj: Salim ECE & Merve PEKER
Fotoğraflar: Merve PEKER







2 yorum:

  1. Bu güzel röportaj için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. nasıl güzel bir iştir bu,çok mutlu oldum ya karşıma çıkmış olmasına.

    YanıtlaSil